22 Ocak 2017 Pazar

Moana

     Merhaba!

     Aslında Moana'yı yakın zamanlarda izleyeceğimi düşünmüyordum fakat iki gün önce en yakın arkadaşımla buluştuğumuzda birden Moana'nın -karne günü sağ olsun- o gün vizyona girdiğini fark ettik ve izlemeye karar verdik. Türkiye'deki animasyon seyirci kitlesi -özellikle de prenses filmleri söz konusu olduğunda- çok büyük bir oranda çocuklardan oluştuğu için altyazılı versiyonunu izleyemedik tabii ki, ama yine de çok keyifliydi. Uzun zamandır ilk defa bir prenses filminin orijinalinden önce Türkçe dublajlı halini görmüş oldum.

     Filmden biraz bahsetmeden önce şuraya afişi ekleyeyim:


     Görebildiğiniz üzere Polinezyalı/Hawaii'li -artık ne deniliyorsa o bölgeye- bir prensesimiz var: Moana. Sanırım Polinezya dilinde "okyanustan gelen" anlamına geliyor adı... daha düz bir mantık kurabilirler miydi bilmiyorum, çünkü kızın okyanusla özel bir bağlantısı var. Yanındaki uzun saçlı oltalı adam da Tefiti'nin kalbini çalarak Moana'nın yaşadığı adanın dengesini bozan yarı tanrı kahramanımız, Maui. O devasa olta da şekil değiştirmesine yarıyor.

     Moana, bebekliğinden beri -accayip şirin bir bebekliği var- okyanusa özel bir ilgi duyuyor; fakat en yakın arkadaşını bir okyanus fırtınasında kaybeden babası onun bu ilgisinden oldukça rahatsız. Adadaki denge bozulmaya, hindistan cevizleri çürümeye ve lagündeki balıklar yok olmaya başladığında Moana çözümü -tamamen karakterine uygun bir şekilde- okyanusa açılmakta buluyor. Büyükannesi sayesinde atalarının önceden gezginler olduğunu ve daha büyük yelkenliler inşa ettiklerini öğreniyor ve adada gizlenmiş yelkenlilerden birini alarak Maui'yi bulmak üzere okyanusa açılıyor. Maui'yle yaşadıkları çeşitli olaylar ve birkaç şarkıdan sonra Tefiti'nin kalbini yerine koyuyorlar ve denge düzeliyor. Mutlu son!

     Filmin konusu, genel kurgusu bu. Şimdi birkaç alt başlık halinde eleştirilerimi sunmak istiyorum.

     Karakterler:

     Doğal olarak film büyük oranda ana karakterler Moana ve Maui üzerinden ilerliyor. Moana, her ne kadar okyanusla ilişkisi dışında kendisi hakkında pek bir şey öğrenemesek de, kolay sevilebilen bir karakter. Disney prenses karakterleri konusunda kendi klişelerini aşalı uzun bir süre olduğu için bu konuya fazla değinmek istemiyorum ama Moana gerçekten bağımsız, çözüm odaklı ve bu çözümleri kendi başına gerçekleştirebilen, güçlü bir karakter olarak öne çıkıyor. Fiziksel açıdan da en insani Disney prensesi sanırım, çünkü vücudu Disney standartlarına göre çok daha normal oranlarda, üstelik bu da karakterin sevimliliğinden bir şey eksiltmiyor. Ne var ki filmde gerçek anlamda bir villain olmadığı için Moana'nın kişilik özelliklerini derinlemesine gözlemleyemiyoruz. Sıradışı olması açısından artı puan alsa da, Rapunzel ya da Elsa kadar akılda kalıcı bir karakter değil.

     Maui, trajik geçmişi ve yaşadığı iç çatışma nedeniyle biraz daha ilgi çekici bir karakter. Eğer bir yarı tanrı olmasaydı ve karakter tasarımı (Dwayne Johnson etkisiyle de birlikte) çok ilgi çekici olmasaydı kişilik açısından kendisini çok sıkıcı bulabilirdim, çünkü "saf, hevesli ana karakter ve kurnaz, trajik geçmişi olan sidekick" ikilisinden gına geldi. Tangled'da ve Zootopia'da bu karakter tiplemelerini mükemmel şekilde kotardılar ve kabul ediyorum, ikisinde de karakterlerin bu şekilde işlenmesine bayıldım ama sıktı artık. Hiç değilse birkaç yıl daha bu formülü görmek istemiyorum.

     Bu iki ana karakter dışında çok da geniş bir karakter yelpazesi yok aslında bu filmin. Çılgın büyükanne dışında Moana'nın ailesi çok alışıldık bir aile tablosu çiziyor. Mulan'ın ailesinin Polinezyalı ve bir tık daha az gelenekçi versiyonu denebilir. Hatta Mulan'ın da hafiften çılgın bir büyükannesi vardı diye hatırlıyorum. Altın toplayan yengeç ise (adını hemencecik unutmuşum) villain olmanın kıyısından bile geçemiyor. Tefiti'yi de tanrıça olduğundan klasik karakterler arasında saymıyorum. İnsan karakterler açısından filmin böyle bir yetersizliği var fakat hayvan karakterler açısından oldukça iyi sayılır. Moana'nın evcil domuzunu pek göremesek de tavuk Heihei tek başına filmin bütün mizah yükünü sırtlıyor sayılır. Tabii tek başına bir Maximus - Pascal ikilisi kadar olamıyor, fakat yine de sevimli ve hatırda kalan bir karakter.

     Animasyon kalitesi:

     Açıkçası bu konuda söyleyeceklerimin pek sağlam bir temeli olmayacak, çünkü filmi üç boyutlu izledim ve sanırım Bolt'u izlediğimden beri ilk defa bir animasyon filmini bu şekilde izliyorum. Pek alışık değilim anlayacağınız. Yine de izlenimlerim beni hayal kırıklığına uğratmadı. Disney filmlerinin en güvendiğim yanı da budur: her yeni filmde mutlaka bilgisayar animasyonu açısından yeni veya geliştirilmiş bir şey görebilirsiniz. Frozen'da buz ve kar animasyonunun ne kadar ilerlediğini görmüştük örneğin, Tangled'da ise Rapunzel'in saçları ve filmi romantik dönem tabloları atmosferine sokmak için kullanılan yöntemler harikaydı, aynı şekilde fenerlerin havada uçuştuğu sahne de. Moana'da animasyon açısından en akılda kalıcı şey elbette ki okyanus ve gökyüzüydü. Moana'nın kuma bulandığı sahne de görsel açıdan oldukça eğlenceliydi. Öte yandan filmde devrim yaratacak nitelikte bir şey de yoktu. Bir bakıma daha önce geliştirilmiş tekniklerin son bir rötüşla mükemmelleştirilmesi denebilir, çünkü Moana'dan da önce Pixar filmlerinde mükemmel okyanus ve kum animasyonları görebiliyorduk. Bunun bir eksi olduğunu zannetmiyorum çünkü bilgisayar animasyonunu nasıl daha ileriye taşıyabilecekleri konusunda hiçbir fikrim yok, bu haliyle o kadar harika ki aynı kalitede milyonlarca film dahi yapılsa hiçbiri eski görünmez gözüme. Sanırım bundan sonra odaklanılacak alan iki boyutlu animasyonla üç boyutlunun karmasını yapmak olacak, tıpkı Paperman kısa filmi gibi. Şu anda bunu yapmak çok maliyetli sanırım, ama yeni teknikler icat edildikçe uzun metraj filmlerde kullanılabilecek hale gelecektir. Hatta bildiğim kadarıyla Moana da ilk başta iki boyutlu tasarlanıyordu ve daha sonra bir plan değişimiyle üç boyutlu yapılmasına karar verildi.

     Kurgu ve "film evreni":

     Bu konuda bazı sıkıntılar olduğunu belirtmeliyim. Filmde doğru dürüst bir villain'ın olmadığını söylemiştim zaten, bu durum da filmi aydınlık bir atmosfere soktuğu kadar bazı açılardan zayıf da kılıyor. Kurgunun arkasındaki mesajı cidden beğendim: hayat yaratma gücünün insanlığın eline verilmesiyle dengenin bozulması ve doğanın yaratma gücü kendi elindeyken, müdahale edilmeden kendi dengesini sürdürebilmesi gerçekten çok yerinde ve nasihate dökülmeden verilen bir mesajdı. Yine de bu durum kurgunun zayıflığını kurtarmadı.

     En önemli sorunlardan birisi olayların ritmiydi. Özellikle adadaki kısımda her şey art arda gerçekleşti ve bir olayı sindirmek için araya zaman konulmadan bir diğeri başladı. Karakterlerin geçmişine değinen kısımlar çok hızlı geçiştirildi. Tamam, şarkılar bir şeyleri anlatmak için gerçekten güzel ama çoğu Disney filminde şarkıların verildiği sahnelerin arkasında kurgunun kilit kısımları vardır: Let It Go'dan önceki kısmı düşünün örneğin. Ayrıca zamanı daha verimli kullanmak için şarkıların içine daha fazla şey sıkıştırılabilirdi: buna da en iyi örnek olarak Tangled'dan When Will My Life Begin verilebilir. Tek bir şarkıda Rapunzel'in kişiliğine, kuledeki hayatına, isteklerine hemen hakim oluyorsunuz ve bu hiçbir şekilde zorla yapılmış gibi durmuyor.

    Bir diğer sorun da filmdeki evrenin tamamen iki boyutlu hissedilmesi (ehehehe hayatımın en lame esprisini yaptım şu an). Bunda filmin büyük oranda okyanusta geçmesinin de etkisi var, sonuçta şehir hayatında olduğu gibi arka plana zekice detaylar sıkıştıramazlardı. Gösterebileceğiniz tek şey okyanus ve gökyüzüyse ne yapabilirsiniz ki? Okyanus da tek başına bir karakter gibiydi gerçi, ama davranışları çok tutarsızdı. Karakterleri yelkenlinin üzerine fırlatmak dışında pek bir şey yapmadı sanırım.

     Şarkılar:

     Bu konuda herkesin bayağı beklentisi vardı sanırım, çünkü şarkılar Lin-Manuel Miranda tarafından bestelendi ve yazıldı. Hamilton'ı hiç izlemedim ve Lin-Manuel Miranda'yla ilk kez bu film sayesinde tanıştım. Bu açıdan şarkılardan edineceğim izlenim benim için kişisel olarak çok önemliydi çünkü en sevdiğim kitap serilerinden biri olan Kingkiller Chronicle'da da Lin-Manuel Miranda yapımcılardan biri olarak yer alacak.

     Şarkılar arasında her ne kadar Let It Go kadar akılda kalıcısını bulamasam da genel olarak hoşuma gittiklerini söyleyebilirim. Bu konuda adil bir değerlendirme yapmak gerçekten zor oluyor çünkü Disney'in çıtası çok ama çok yüksek. İster istemez her yeni film bu konuda Aladdin, Beauty and the Beast, Lion King gibi filmlerle yarışmak zorunda kalıyor. Yine de güzellerdi işte, her ne kadar kurgu aralarında karakterlerin sık sık şarkı söyleyeceklerinden veya daha önce şarkı söylediklerinden bahsetmesi sıksa da... Filmin atmosferi yüzünden çoğu neşeli ve mizahi bir tondaydı ve How Far I'll Go, güzel bir şarkı olmasına karşın temel karakter şarkısı olarak biraz eksik kaldı bence. Benim kişisel favorim We Know the Way oldu: hem gösterildiği sahne hem de müzik açısından gerçekten çok sevdim.



     Polinezce (Polinezyaca? Hawaiice????) sözler nedeniyle eski Lilo ve Stitch şarkılarını hatırlattığını da ekleyeyim.

     Bu arada, filmin Türkçe versiyonunu izlediğim için belirtmeden geçemeyeceğim: şarkı tercümesinde asla Disney Rennaisance yıllarında eriştiğimiz seviyeye ulaşamayacağız sanırım. Gerçi o dönemin şarkı sözleri şansımıza çok daha çeviriye uygundu, oysa şimdi Let It Go, You're Welcome gibi şarkıları çevirmek çok daha zor. Colors of the Wind'e kolayca "Rüzgarın Renkleri" denilebiliyor ama Let It Go'yu nasıl çevirebilirsin ki? Mecbur "Aldırma" diye çevirdiler (oysa "sal gitsin" çok daha anlama uygun bir çeviri olurdu bence :P yayy bir kötü espri daha :P). Yine You're Welcome'a "Canımsın" diyerek sinir bozucu da olsa uygun bir çeviri bulabilmişler, hatta Maui'nin karakterine yakışmış bile. Ama genel olarak şarkılardaki kafiye ve ölçü oranı eskilere göre kötü. Söyleyenler de eskisi kadar yetkin değiller sanırım. Türkçe versiyonları tercih etmek için bir sebep kalmıyor yani... Oysa eskiden böyle miydi? Bu kulaklar God Help the Outcasts'in de Türkçesini duydu, ki bence şarkının en iyi versiyonlarından birisidir, dinlemenizi öneririm.

***

     Sonuç olarak, Moana birkaç yıldır art arda gelen muhteşem Disney filmleri arasında çok öne çıkacak bir özelliğe sahip değilse de iyi bir iş çıkartmışlar diyebilirim. Genel olarak son yılların Disney Revival çıtasını hedeflenip her açıdan o kaliteye uygun bir iş yapılmış. Daha iyi olabilir miydi? Evet, özellikle de kurgu ve film evreni konusunda. Yılın en iyi animasyon filmi miydi? Kesinlikle hayır, Zootopia'nın yanında zayıf bir seçenek olarak kalacaktır. Yine de izleyeceğiniz vaktin hakkını verecektir. 

     Moana'yı üç boyutlu Disney prenses filmleri arasında bir yere koyarsam Brave'in biraz üstünde Frozen'ın biraz altında bir yer olurdu bu sanırım. Favorim hala Tangled, her ne kadar animasyon kalitesi geçen yıllar içinde yavaş yavaş demode olmaya başlasa da. Son yıllarda gözümde Tangled ile aynı seviyeye ulaşabilen tek film Zootopia oldu, ki o da bir prenses filmi olmadığı için orijinallik konusunda çok daha büyük bir avantaja sahip.

     Umarım yazım fikir vermek konusunda yardımcı olmuştur. Hepinize iyi seyirler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder