25 Temmuz 2020 Cumartesi

shera, hollow knight ve dikkatimi dağıtmak için yaptığım diğer şeyler

bir süre önce bir arkadaşımın önerisiyle shera'ya başladım. çok yavaş izlediğim için bitirmem vakit aldı. geçen hafta yaz okulunun da bitmesiyle birlikte boşluğa düşünce vaktimi (sanki çok vaktim varmış gibi :P) bir şeylerle doldurma ihtiyacı duydum ve birkaç sezonu yoğun olarak bingeledim. sonunda birkaç gün önce finali izledim.

ÇOK GÜZELDİ!

sevdiğim ve sevmediğim şeyleri maddeler halinde sıralayacağım. sevdiklerimle başlayalım:

- karakter tasarımları. KARAKTER TASARIMLARI! 😍 özellikle bazı karakterler tam anlamıyla görsel festival düzeyindeydi benim için. glimmer'ın annesi, queen angela, hayatımda gördüğüm en güzel, en zarif, en meleksi çizgi film karakteri. gözlerinin yapısını, vücudunu, kıyafetlerini o kadar güzel çizmişler ki! kadının gerçekten insanüstü bir varlık olduğunu hissettiren fakat o anaç havayı da yansıtmayı başaran bir tasarım. favori karakterlerimden biriydi, bir noktada kendisine aşık olmuş olabilirim, o derece .:p glimmer, mermista, entrapta ve scorpia yine tasarımına ve kostümlerine bayıldığım karakterler. farklı vücut tiplerinin temsil edilmesine bayıldım, üstelik hepsi çok pozitif bir bakış açısıyla yansıtılmış, hepsindeki güzellikleri görebiliyorsunuz. çocukluğumuzdaki winx gibi herkesin birer sopa olarak yansıtıldığı çizgi filmleri düşününce muhteşem bir gelişme. herkesin bu kadar doğal ve kendi özgün vücut hatlarıyla sevilebilir karakterler olarak yansıtılması harika. 

- sadece tasarım açısından değil, kişisel hikayeleri açısından da karakterler ilgi çekiciydi. hepsiyle farklı noktalarda empati kurabildim: benim için öne çıkanlar entrapta, catra ve glimmer oldu. karakterlerin motivasyonları ve gelişimleri o kadar güzel bir dengeyle sunulmuş ki ilk bölümlerde entrapta ve glimmer'a sinir olurken sonradan en sevdiğim karakterler halini aldılar. catra'yı ise başından beri seviyordum, çünkü redemption arc'lara zaafım var :p (BKZ ZUKO!)

- olayların evrensel bir scalede yaşanması çok hoşuma gitti. ilk başlarda her şey gezegeni içine alan bir iyilik - kötülük savaşında yer alıyor fakat sonradan bu bütün evreni, hatta evrenleri kapsayacak şekilde genişliyor. nedense bu genişlik duygusundan, tehlikede bulunan şeylerin ciddiyetinden bayağı hoşlandım, hikayeye daha güçlü şekilde bağlanmamı sağladı..

- mutlu son: shera en nihayetinde bir çizgi film olduğu için bunu bekliyordum sanırım, ama sonunda bütün karakterlerin hak ettiği mutluluğu bulması kalbimi ısıttı. serinin böyle bitmesini gerçek dışı veya can sıkıcı bulabilirsiniz, ama shera'nın böyle bir finali hak ettiğini düşünüyorum ben. sonunda sevgi ve dostluk her şeyi yeniyor, love wins (tüm connotationlarıyla birlikte :P). evet, klişe bir son, ama hikayenin gelişimiyle bir bütün olarak düşününce doğal ve hakiki hissettiriyor. son bölümde ağladım :')

sevmediğim şeyler:

- netassa ve spinirella. hikayeye sırf reprezentasyon için eklendikleri çok belli. pozitif lgbtq reprezentasyonunun bu kadar iyi ve kaliteli şekilde başarıldığı bir seride bu manasız karakterleri görmek biraz sinir bozucuydu. tasarımlarından kişiliklerine kadar her şey yapay hissettirdi. illa reprezentasyon olması isteniyorsa keşke onlar yerine scorpia'nın anneleri lezbiyen çift olarak işlenseymiş, hem scorpia'nın geçmişine dair daha çok şey öğrenirdik.

- serinin avatar'la paralellik taşıyan çok fazla yanı var, bu kimi yerlerde sinirime dokundu. özellikle shera'nın gücünü kullandığı bazı anlarda bulunan görsel dil (gözlerden ışık fışkırması) ve ilk sezonlarda light hope'la olan bazı sahneler birebir avatar'dan alınmış gibiydi. catra'nın karakter arc'ı ve tavırları kimi yerlerde zuko'yu andırıyor, hordak ve horde prime'ın ilişkisi de kimi yerlerde zuko-ozai, kimi yerlerde azula-ozai ilişkisi gibi. ve bow'un sürekli "best friend squad!!!!" diye gezinmesi aklıma sokka'yı ve "team avatar" muhabbetini getirdi :I 

olumsuz yanlarına rağmen genele vurduğumda shera'nın çok kaliteli bir seri olduğuna inanıyorum. noelle stevenson'ın retro bir çizgi filmden böyle kompleks bir eseri çıkarabilmesi büyük bir başarı. nimona adında bir çizgi romanı da varmış aynı zamanda, yakında onu okumaya başlayacağım :) ayrıca arada twitter'dan çok tatlı illüstrasyonlar paylaşıyor.

*
shera'nın yanı sıra yakın zamanda vakit doldurmak için başladığım bir başka şey, hollow knight. normalde pek oyun oynayan bir insan değilim ama platform oyunlarını severim/çocukken seviyordum. şimdiye dek hollow knight'la 10 saatimi geçirdim ve oldukça keyifliydi (hala green path'teyim :P). yavaş ilerliyorum tabii, çok alışık olmadığım için... karakter tasarımları, soundtrack ve world design oldukça iyi, fakat bazı yerlerde karmaşıklık ve zorluk seviyesi beni bunalttı, daha düşük bir zorluk seviyesiyle kısa sürede o evreni gezip bitirebilmek ve oyundaki anlatıya çabucak hakim olabilmek isterdim. şu anda oyunun hikayesiyle çok kopuk bir bağlantım var, bu da kendimi yeterince vermeme engel oluyor.

daha önce apotheon adında bir 2d platformer oynamıştım, o oyun bu konuda çok başarılıydı. beni daha başında karakterin hikayesine bağladığı için o dünyayı keşfederken ve oyunda ilerlerken anlamlı bir şey yaptığımı hissediyordum. keşke bu oyun da öyle olsa. ama yine de devam edeceğim - umarım bir noktada biter :p

*
bu ikisini bir kenara bırakırsam, bugünlerde dikkatimi dağıtmak ve kendimi arada gelen çökkünlük dalgalarına bırakmamak için koşuya devam ediyorum, fırsat bulabildiğimde ailemle deniz kenarına gidiyorum ve incir yiyorum :p en son medea'yı okudum, o da ilginçti. ama en iyisi incir. incir yiyiniz. :p tabii şu anda kırsal bir yerde yaşadığım için ucuza taze meyve bulmak kolay oluyor. 

that's all folks!

13 Temmuz 2020 Pazartesi

sevgisizlik

bugünlerde yaptığım iyi bir şey var: neredeyse her gün koşuya çıkıyorum.

bu aktiviteye iyi duygularla başladığımı söyleyemem. normalde koşu pek sevdiğim bir egzersiz türü değil. skolyozum olduğu için koşarken hep tek tarafıma daha çok basıyorum, bu da sinirimi bozan bir şey. ne var ki uzun süre evde kapalı kalınca bacaklarımı çalıştıracak bir şey bulmam zorunlu hale geldi, bunun için de koşudan iyi bir seçenek bulamadım. evde squat yapmayı denerken yere düşüyorum, onun da bu tercihte etkisi olduğunu itiraf etmem lazım :p

neyse, bir şekilde asimetri duygusuna alıştım, kondisyonumu da arttırdım. artık benim için önceden uzun sayılabilecek bir mesafeyi nefesim tıkanmadan ve rahatsız hissetmeden koşabiliyorum. vücudumun bu noktaya gelmiş olması beni çok mutlu ediyor. böyle sıkıntılı dönemlerde ufak fiziksel hedefler belirleyip bunlara ulaşmak harika bir duyguymuş. her şey takılı kalmışken, bir şeyler asla gelişip dönüşmüyormuş gibi gelirken kendi bedenimin iyi kötü bir şeyler yapabildiğini görmek, kaslarımın kapasitesini arttırmak kendimi çökkünlüğe bırakmama engel oluyor. egzersizin endorfin salgılatmasıyla ilgili söylenenler de doğru sanırım: genelde koşup yoga yaptıktan birkaç saat sonra alışık olmadığım türden bir mutluluğa kapılıyorum. biri vücudumun içinde ışık yakıyormuş gibi tatlı bir duygu.

koşu meselesinden bu kadar olumlu bir şekilde bahsettim ama asıl gelmek istediğim konu bu değil aslında. bugün koşarken uzun süredir kafamı oyalayan bazı düşüncelerin iyice açıldığını hissettim ve şu anki halimle ilgili bazı şeylerin ayırdına vardım. hayata dair ufak anlarda hissettiğim sevgiyi yitirmiş gibiyim, bu yüzden yazının başlığı "sevgisizlik". doğaya, canlılara, normalde bağ kurabildiğimi hissettiğim varlıklara bakarken aynı sevgiyi hissedemiyorum. derin ve güçlü olan ilişkilerimde (arkadaşlarımla, bir iki aile üyemle ve mentorum olarak gördüğüm insanlarla olan ilişkilerimi kastediyorum) bu geçerli değil. onlarla olan bağım neyse ki hala güçlü ve sağlıklı bir durumda (çok şükür!!). öte yandan dünyanın kalanına kendimi kapamış gibiyim.

bunun muhtemel sebeplerini düşündüm. pandemi sürecinin bir etkisi olduğu çok belli, geçmişte belli sebeplerden dolayı içerlediğim ve bunu ifade edemediğim aile üyelerimle uzun süre bir arada olup beraber bir hayat kurunca ister istemez günlük hayatıma hakim olan tavır değişti. bazı açılardan savunma moduna geçtiğimi, sürekli ev içerisinde kendi alanımı ve haklarımı koruma çabasına girdiğimi hissediyorum. bu noktada ailemle iletişimim eskisine göre daha sağlıklı ve düzgün, ama ne kadar uğraşsam da onlarla sevgiye dayalı bir ilişki kurmakta zorluk çekiyorum. rasyonel ve araçsal bir ilişki olabiliyor sadece. bir de artık atlatmış olmam gereken ayrılık sürecinin etkisi var tabii. şu anda hiç acı hissetmiyorum, ama bu sürecin hissettirdiği acı yok olurken eski sevgilime karşı düşüncelerim olumsuz bir hal aldı. kendimi koruyup karşımdakini olumsuzlayan bi noktaya geçtiğimi düşünüyorum. dış dünyaya karşı güvenimin biraz kırıldı galiba.

pandeminin başındayken buraya yazdığım bir iki şeyi okudum. çok olumlu ve umutlu sayılabilecek şeyler yazmışım, şu anki halime göre daha olgun bir konumdaymışım. şu anda biraz sinirli ve öfkeliyim. izolasyon sürecim çok uzadı ve kalabalık içinde sosyalleşmeyi çok özledim. bazen öfkemi fiziksel olarak hissedebiliyorum. bir şeylere vurmak ve bağırmak istiyorum. geçici olarak çözümüm kendi kendime agresif şarkılar açıp boş bir odada kafama göre dans etmek ve metallica dinlemek. bir yandan öfkemi bu şekilde boşaltmak, bir yandan da ufak şeylerle ve ev ilişkilerimde sevgiyi yeniden büyütmek gibi bir niyetim var. dün babamla konuşurken daha nazik olmaya çalıştım ve denize, güneşe falan bakarken doğayı sevdiğimi kendime hatırlattım. bugün hiç öyle sevgi dolu değilim, evin içinde sert hareketlerle dolaşıyorum ve birilerini dövdüğümü hayal ediyorum :p ama neyse ki evde hiç kimse yok, o yüzden öfkemi rahatça boşluğa yöneltebilirim. öfkenin en azından bir iyi yanı var: bazen üretken davranışlara dönüştürülebiliyor. kendimi hınçla çalışırken, koşarken, kitap okurken bulabiliyorum. yine de sağlıklı değil tabii ki. umarım geçer.

en azından bu ara kendimle ilişkim biraz düzelmiş gibi. biraz kırılgan şekilde de olsa özgüvenim arttı sanırım. belki de hissettiğim şeyin üzüntü ve depresyon yerine öfke olmasının nedeni budur: kötü duygularımı içime değil de dışıma yöneltince form değiştirmiştir belki.

bugünlük boş gevelemelerim de bunlar olsun :p iyice günlüğe döndü burası, bir ara kitap yazısı falan yayınlamaya çalışayım bari.

edit: yazıyı yeniden okurken fark ettim ki bilgisayarım ne zaman pandemi yazsam bunu "pandamı" şeklinde değiştiriyor... SRSLY?!?!?!?!?

çizim günlüğü - 13 temmuz 2020