22 Mart 2020 Pazar

ready player one


akıcı, ilgi çekici bir hikaye okumayı, alternatif bir dünyaya gömülmeyi, karakterlerle bağ kurabilmeyi çok özlemişim. uzun süredir (her ne kadar sevsem de) kurgu dışı okumalara o kadar boğulmuştum ki sadece iyi vakit geçirmek için bir şeyler okumanın nasıl bir şey olduğunu unutmuşum. sanırım bunun için coronavirüs’e teşekkür edebilirim. bir anlığına bütün hayatımın düzeni altüst olunca fabrika ayarlarıma dönmemi sağladı. doğal olarak ilk yaptığım şey roman okumaya sarılmak oldu.

ready player one iyi vakit geçirmek için güzel bir seçenek. kitabı goodreads’teki yorumlar üzerine okumaya karar verdim. enerji krizinin hüküm sürdüğü bir dünyada geçiyor, o yüzden hafiften distopik young adult romanlarını andıran bir havası var. öte yandan 80’lerde çocukluğunu/gençliğini yaşamış, o dönemin geek kültürüyle haşır neşir olmuş insanlara da hitap eden bir kitap, o yüzden daha olgun bir tonu olduğunu söyleyebilirim. kitabın her sayfasından o döneme dair farklı isimler fışkırıyor. bazı kısımlarda irrite olmaya çok yaklaştım, her an namedroppingin dozu kaçabilirmiş gibi geldi. benzer şekilde “dünya berbat ve anlamsız bir yer, hiçbir şeyin bir anlamı yok, biz evrende dolaşan bir toz zerresiyiz vs.” kısımlarında da cringe’in ve klişeliğin sınırlarına çok yaklaşıldığını hissettim. kitapta bu iki sorunu dengeleyen unsur, yazarın kendisini fazla ciddiye almıyor oluşu. başından sonuna kadar her şeyin kişisel bir hikayenin parçası olduğunu hissediyorsunuz. evrenin anlamsızlığıyla ilgili kısımlarda “bak burada önemli bir şey söylüyorum!!1!” tavrı yok. karakter, tişörtünün renginden bahsediyormuş gibi bunlar anlatıyor. elbette bu tür bir dünyanın kitaptaki sanal gerçeklik evrenini (OASIS’i) daha anlamlı kılmak için gerekli olduğunu görebiliyorsunuz ama o kadar. benzer şekilde nostalji ve namedropping yapılan kısımlarda da abartılı bir ton yoktu, o nedenle tanıdık gelmeyen çok fazla şeyin olduğu kısımlarda bile keyif alabildim.

dünyayla ilgili ek bilgilerin verildiği kısımlarda üslup daha iyi olabilirmiş. kitapta bunları doğrudan ana karakterin (wade’in) sesinden dinliyorsunuz. wade, oasis hakkında çok fazla şey bildiği için bunları anlatabiliyor olmasında sıkıntı yok, ama direkt okuyucuya yönelik bir anlatım stili olunca wade’in ve yazarın sesi birbirine karışıyor. açıkçası ben evrene dair detayları daha farklı şekillerde öğrenmeyi seviyorum. farklı medya türlerini (o evrene dair başka kitaplar, gazete haberleri vs.) kullanmak, olayların içine yedirmek gibi yöntemler daha bir gerçekçilik katıyor. kendimi bir hikayeye verdiğimde bunun bir anlatı olduğunun gizlenmesinden ve o dünyayı ciddiye alabilmekten hoşlanıyorum. bu konudaki favorim brad bird’ün incredibles’ın başında yaptığı şey: daha dünyayla tanışmadan karakterlerin röportaj kayıtlarının gösterilmesi. bence insanı anında hikayeye muhteşem bir taktik. fakat bu başka bir yazının konusu, o nedenle çok dağılmadan devam edeyim.

kitaptaki ana villain IOI adında, OASIS’i ele geçirmeye çalışan bir şirket. şirket-villain’ları hem gerçekçi hem korkutucu bulduğum için bundan çok hoşlandım. gerçek dünyayla ilgili göndermelerin bazıları (james halliday’in hikayesinin steve jobs’ınkine benzemesi gibi) biraz fazlaydı ama emek sorunlarıyla ilgili göndermeler çok hoşuma gitti. günümüzde pek çok oyun ve entertainment şirketinde çalışanlar ciddi anlamda sömürülüyor ve ilk başta insanların kendi hikayeleri, kendi haya güçleri ve arkadaşlık ilişkilerinden doğan bir kültür büyük oranda metalaştırılmış durumda. IOI’ın yerine disney gibi bir şirketi koyabilirsiniz. benim anladığım kadarıyla kitap pek çok açıdan bu kültürün ele geçirilmesine karşı bir tepkiyi ifade ediyor. bu yanı hoşuma gitti. gerçek dünya aynı sistem tarafından mahvedilmişken tek kaçış yolunun da tehlike altına girmesi bence bir roman için anlamlı bir başlangıç noktası en eleştirilen yanlarından biriymiş aynı zamanda. 

son olarak, kitabın final sahnesinde ağladım. ruh halim de buna müsaitti, kabul ediyorum. ama karakterler bana bir şekilde dokundu. özellikle wade’in aech’le arkadaşlığı ve art3mis’le ilişkisi. art3mis’le ilk kez yüz yüze geldiği an. ve halliday’in hayat hikayesi tabii. :’)


okumanızı öneririm. madem pandemi dönemindeyiz, sağlıklı günler diliyorum! :P