22 Şubat 2020 Cumartesi

little women (2019)



little women'ın yeni uyarlaması aslında aylar önce çıktı, ama türkiye'de vizyona girme tarihini 14 şubat'a denk getirdikleri için yeni izleyebildim. (not: yazıyı 22'sinde yayınlıyorum ama filmi 14 şubat'ta izledim). güzel bir sevgililer günü etkinliği olmakla birlikte sinemaların her seferinde en sevdiğim filmlerin tarihini değiştirmesinden bıkmış durumdayım. animasyon filmlerinde aynı şeyi yapmalarına çok alıştım çünkü her seferinde çocukların tatiline ya da karne zamanına denk getirmeye çalışıyorlar. ne var ki bir yetişkin filminde bunu yaşamayı beklemiyordum. üstelik gitmeyi planladığımız ilk sinema salonunda gösterime bile girmemişti film, sanırım çok az yerde gösteriliyor. ne diyeyim, çok üzücü bir durum.

sinema tamamen kadın izleyicilerle doluydu, bazı sahnelerdeki tepkilerden anladığım kadarıyla çoğu kitabı okuyarak gelmiş insanlar. daha "maskülen" film türlerini seven kadınlar varken bu tür daha feminen eserlerin erkekler tarafından izlenmemesi çok üzücü bir şey. adı "little women" olunca denemeyi bile düşünmüyorlar sanırım. cinsiyet rolleri :( ama tabii ki çok keyifli bir seyir oldu benim için. filmin başlarında biraz şaşırdım, çünkü senarist lineer bir yol izlemek yerine hikayeyi flashbackler halinde anlatmayı seçmiş. sahneler kitaptakinden daha farklı bir sırayla ilerliyor. 94 uyarlamasını defalarca izlediğim için sahnelerin o filmdeki gibi ilerlemesini bekliyordum, bu nedenle alışmam birazcık zaman aldı. fakat senaryo işini iyi bir şekilde kotardıklarını söyleyebilirim. hem çok bilinen bir kitap uyarlaması olduğu için filme ferah bir hava katmış, hem de hikayeye sadece little women'daki hikayenin değil louisa may alcott'un kendi hikayesinin de yedirilmesini sağlamış. spoiler vermek istemiyorum ama bu sayede filmin sonu da daha yenilikçi bir şekilde bitiyor. kadın protagonistin sadece aşkı ve evliliği üzerinden tanımlandığı hikayenin dışına çıkılıyor, hatta ucu biraz açık bırakılıyor diyebilirim.

filmden çok memnun kaldım. bir uyarlama olarak hem karakterlerin ruhunu korumayı başarmış hem de modern izleyiciye hitap edebilmiş. senaryoda uygulanan teknik kitabı okumamış izleyiciler için biraz yabancılaştırıcı olabilir, ama aynı zamanda kitabı okusa sevmeyecek insanlar tarafından da sevilebilecek bir film ortaya çıkardığını düşünüyorum. her ne kadar jo'nun ana karakter olduğu çok belli olsa da karakterlerin her birine ayrı bir önem gösterilmiş. özellikle de beth'in karakter gelişimine yeterince vakit ayırdılar mı diye dikkat ettim ve bunun başarıldığını gördüm. oyuncular harikaydı. timothee chalamet'ye call me by your name'i izlediğimden beri özel bir hayranlığım var zaten, laurie rolünde de harikaydı (özellikle önceki filmdeki christian bale'in laurie'siyle karşılaştırılınca). bu filmde ilk kez izlediğim saoirse ronan'a da bayıldım. en ilginci de emma watson'ın meg rolünde olması. itiraf etmeliyim ki beauty and the beast'ten sonra emma watson'a hafiften gıcık olmaya başlamıştım sürekli kendi kişiliğinin varyasyonlarını oynadığını düşündüğüm için. onu meg rolünde izlemek bu algıyı kırmamı sağladı. güzel bir iş başarmış. beth'le ilgili kısımlarda tabii ki biraz ağladım, ama salondan çok mutlu bir şekilde çıktım. iyi bir film izlemek harika bir  duygu, ama iyi bir uyarlamanın bunun da ötesine geçen bir keyfi var. ileride geleneksel bir kış filmi olarak tekrar izlemeyi planlıyorum :) umarım fırsat olur da sevdiğim kitapların güzel uyarlamalarıyla daha sık karşılaşabilirim.

2 Şubat 2020 Pazar

bir şeyler izledim

selam. ışık hızında geçen bir tatilin ardından bir anda okulun ilk haftası sona erdi, neye uğradığımı şaşırdım. açıkçası derslerin başlamasından çok memnunum çünkü bu dönem inanılmaz keyifli bir programım var ama öncesinde birkaç blog yazısı yazmayı planlamıştım. olmadı, yapamadım. şimdi buralar boş kalmasın diye kısaca izlediğim bir şeylerden bahsedeceğim. öte yandan okumaya değer olur mu bilmiyorum çünkü düşünerek yazılmış bir şeyler olmayacak. read at your own risk.



better than us

bu bir rus netflix dizisi. geçen dönem rusça dinleme pratiği yapmak için izlemeye başladım. çok acayip bir dizi olduğunu söyleyebilirim. hikaye insansı robotlar üzerinden dönüyor ama türk televizyonlarında izlediğimiz şeyleri andıran bir aile-entrika-holding arka planına sahip. hatta bazı karakterler bizdeki yerleşik tiplere (cefakar anne, şirket sahibi kötü adam, aşırı şirin çocuk vs.) tam olarak karşılık geliyor. bu durum ara ara ruslarla aramızdaki kültürel benzerliği sorgulamama bile neden oldu. dizideki robot aileyle ilgili kavramları sorgulamak için bir araç işlevini görüyor. kusursuz bir robot, bir annenin/eşin yerini tutabilir mi? spoiler olmasın, ama benim anladığım kadarıyla buna verilen cevap olumsuz. yine de bazı yönleriyle alışılmadık bir robot portresi sunulmuş. robotları canlandıran oyuncular da oldukça iyi bir iş çıkarmış.

tamamını izlemeye değer mi? pek zannetmiyorum. ama birkaç bölüme göz atıp eğlenebilirsiniz. benim için işlevini yeterince gördü, birkaç güzel rusça küfür öğrendim. bir gün olur da rusya'ya gider ve trafikte takılı kalırsam birilerine sövebilirim :P bi tane daha rusça diziye başlamıştım trotsky'nin hayatı hakkında, oyuncular daha iyi olmasına rağmen better than us kadar sarmamıştı. belki bi ara onu da bitiririm.



perfect blue

bu bir uzun metraj anime. mimarin adındaki bir j-pop yıldızının kariyerini değiştirip oyunculuğa geçişini, bu sırada ajansı tarafından nasıl yönlendirildiğini ve sektör uğruna yaşadığı psikolojik bölünmeyi anlatıyor. black swan'ın yönetmeni bu filmin hayranıymış, bayağı da esinlenmiş sanırım.
animasyon izleme modumdaydım, film de kısa olduğu için bir bakayım dedim. oldukça karanlık bir teması var, kişisel olarak pek tercih ettiğim bir şey değil, ama kendini izlettirdi.çizim tarzı oldukça hoştu. filmin en güçlü yanı ise müzikleriydi. gerilimden ve bulmaca tarzı kurgulardan hoşlanıyorsanız izlemenizi öneririm.

bu kadar :)